Bremen Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Çetin Gürer'in, Dr. Ulrike Flader ile yaptığı söyleşi, Erdoğan'ın uzun süren iktidarının kendine özgülüklerini ve değişim olasılıklarını tartışmaya açıyor. Söyleşi, siyasal gündemde yer alan "değişim" tartışmaları ışığında otoriterleşme sürecini farklı bir perspektifle değerlendiriyor.
Erdoğan Rejiminin Dönüşümü: Yumuşak Otoriterlikten Tam Otoriterliğe mi?
Türkiye'de Erdoğan rejiminin izlediği politikalar ve özellikle İstanbul'da Ekrem İmamoğlu üzerinden yürütülen operasyonlar, muhalif kesimlerde büyük bir tepkiye yol açtı. Bu durum, rejimin "seçimlik" ya da "rekabetçi" otoriterlik aşamasından "tam otoriterliğe" geçiş yapıp yapmadığı sorusunu gündeme getiriyor. Dr. Ulrike Flader, bu konuda temkinli bir yaklaşım sergileyerek, her otoriter rejimin daha da sertleşebileceğini ve Erdoğan'ın tamamen bir diktatöre dönüşmeyeceğini düşünmek için bir neden olmadığını belirtiyor. Ancak Flader, mevcut gelişmelerin seçimleri garanti altına almak için yapılan manevralardan biri olduğunu ve "yumuşak otoriterlik" olarak adlandırdıkları durumun içinde değerlendirilebileceğini ifade ediyor.
Flader, Erdoğan'ın yönetim tarzının uzun zamandır otoriter olduğunu, ancak yumuşak otoriterliğin otoriterliğin özel bir biçimi olduğunu vurguluyor. Bu bağlamda, Erdoğan'ın seçimle gitmesinin bir illüzyon olduğunu ve rejimin seçimleri yaparak ve seçimlerle iktidarın değişeceği hayalini besleyerek ayakta kaldığını belirtiyor. Flader'e göre, muhalefet partileri seçimleri kazanabileceğine inanarak bu yanılsamaya kapılıyor, ancak bu durum rejimin temel bir parçası haline geliyor.
Dr. Flader, 2015 Haziran seçimlerinden beri Erdoğan'ın iktidarı bırakmamak için her şeyi yapacağını ve seçimle gitmeyeceğini düşündüğünü ifade ediyor. O dönemde HDP'nin oyların %13'ünü alarak Erdoğan'ın çoğunluğu kaybetmesi üzerine, Erdoğan'ın seçim sonuçlarını tanımayıp yeniden seçim kararı alması ve Kürtlere karşı savaşı başlatması, Flader'e göre otoriter bir adımdı ve o zamandan beri Erdoğan'ın iktidarı bırakmamak için her şeyi yapacağını gösterdi.
Seçimler ve Muhalefetin Yönetimi
Dr. Flader, muhalefet partilerinin seçimleri kazanabileceğini, ancak bu durumun rejimin sadece seçimlerle sonlanabileceği anlamına gelmediğini belirtiyor. Seçimler dışında başka faktörlerin de etkili olması gerektiğini vurgulayan Flader, aksi takdirde rejimin "illiberal demokrasi" ya da "kötü işleyen bir demokrasi" olarak adlandırılabileceğini ifade ediyor.
Dr. Flader, iktidar ve muhalefet arasındaki oyun alanının eşitsiz olduğunu ve muhalefet siyasetçilerinin çeşitli yöntemlerle engellendiğini belirtiyor. Ancak Flader'in vurgulamak istediği asıl nokta, bu sürecin duygusal boyutunun çok merkezi olması. Flader, Türkiye'deki muhaliflerin bu durumlara nasıl tepki verdiğini inceleyerek, insanların apati ve umut arasında gidip geldiğini gözlemliyor. Seçim zamanı geldiğinde, ne kadar demokrasiye inançları kalmasa da insanların yine de seçimleri kazanmak için çalıştığını ve kazanabileceği umuduna sarıldığını ifade ediyor. Bu durum, Flader'e göre rejimin duygularla oynayan zekice bir yöntemi ve muhalefeti yönetme taktiği.
Dr. Flader, insanların aslında bu oyunu gördüğünü, ancak bu illüzyonun etkisinden kurtulamadığını belirtiyor. Çünkü rejimin seçimle değişebileceği ihtimali o kadar güçlü ki, insan ne kadar bilinçli olursa olsun bu umudun peşinden gitmeyi bırakmıyor. Elbette bu ihtimali görmezden gelmek kolay değil ve bir muhalif olarak bu şansı değerlendirmek gerekiyor.
Yumuşak Otoriterliğin Çelişkileri ve Geleceği
Dr. Flader, yumuşak otoriterliğin çelişkilerle dolu hileli bir yönetim olduğunu ve bu kavramın devletin pratiklerindeki esnekliği, taktiksel oyunları ve çelişkileri kullanma halini ifade ettiğini belirtiyor. Bu çelişkiler sürekli illüzyonlar yaratır ve neyin nasıl ortaya çıktığını belirsiz kılar. Flader'e göre, hükümetin tamamen otoriter uygulamalar yaptığına ve buna rağmen sanki tüm bunlar geleneksel demokratik, meşru kurallarmış gibi gösterildiğine dair çok sayıda örnek verilebilir.
- Muhalifleri hapse atmak veya kamu bütçesini kötüye kullanmak gibi uygulamalara yasal bahaneler bulmak
- Muhalif STK'ların çalışmalarını zorlaştırmak için vergi yasaları çıkarmak
- OHAL Komisyonu gibi göstermelik adalet mekanizmaları oluşturmak
Dr. Flader, bu çifte oyunun rejimi tanımlayan şey olduğunu ve sistemin bilinçli olarak bu iç çelişkilerle çalıştığını ifade ediyor. Bu durum, çelişkileri ifşa etmenin politik bir mücadele yöntemi olarak artık anlamlı olmadığı sonucunu ortaya çıkarıyor. Flader'e göre, soft otoriter rejimler içlerinde barındırdıkları çelişkilerle işler ve bu çelişkilere parmak bastığında sistem çökmez, çünkü çelişkiler zaten sistemin bir parçasıdır.
Dr. Flader, Erdoğan'ın seçimleri tamamen ortadan kaldırıp totaliter bir diktatöre dönüşmeden önce hâlâ bazı aşamalardan geçeceğini ve Türkiye'nin küresel topluma entegre bir ülke, NATO üyesi ve AB ile ilişkileri olması gibi faktörlerin onu tam anlamıyla bir diktatörlük kurmaktan alıkoyacağını düşünüyor. Bu nedenle, Erdoğan'ın tam diktatör olmaktansa, 'soft' bir otokrat kalmayı tercih edeceğini, ancak şiddetin yeniden artabileceğini, olağanüstü hâl ilan edebileceğini veya seçimleri erkene alabileceğini belirtiyor.
Sonuç olarak, Dr. Ulrike Flader'in analizi, Erdoğan rejiminin karmaşık ve çelişkili doğasını anlamamıza yardımcı oluyor. Yumuşak otoriterlik kavramı, rejimin hem otoriter uygulamalarını hem de demokratik görünümünü koruma çabasını aynı anda açıklayarak, Türkiye'deki siyasi durumu daha iyi değerlendirmemizi sağlıyor. Söyleşinin ikinci bölümünde, Erdoğan'ın "yumuşak otoriter" rejiminin geleceği ve muhalefetin stratejileri üzerine daha detaylı tartışmaların yapılması bekleniyor.