Nükleer Veto: Batı Müslümanlara Neden Silah Yasaklıyor?
Gündem

Nükleer Veto: Batı Müslümanlara Neden Silah Yasaklıyor?


07 July 20255 dk okuma13 görüntülenmeSon güncelleme: 07 July 2025

Batı'nın Müslüman ülkelere uyguladığı nükleer silah vetosu, uzun zamandır tartışma konusu olmaya devam ediyor. Mısırlı yazar Mahmud Sultan'ın analizinde, bu durumun ardında yatan nedenler, İsrail örneği üzerinden detaylı bir şekilde inceleniyor. Batı'nın çifte standardı, dini ve kültürel arka planı, Orta Doğu'daki güvenlik dengeleri ve nükleer silahlanma yarışı gibi faktörler, bu vetoyu anlamak için kritik öneme sahip.

Batı'nın "Veto" Mantığı ve Çifte Standart

Mahmud Sultan, Batı'nın İran'ın nükleer programını engelleme çabasını değerlendirerek, Orta Doğu'nun nükleer silah sahibi olma hakkını sorguluyor. Arap dünyasında yaygın olan bir inanışa göre, Batı'nın Müslüman ülkelere nükleer silah edinme hakkı tanımaması, Haçlı Seferleri döneminden bu yana süregelen bir düşmanlığın devamı olarak görülüyor. Popülist söylemlerde, Müslüman ülkelerin nükleer silah sahibi olma arayışının "dini gerekçelerle" engellendiği savunuluyor. Ancak uluslararası hukuka göre, "mütekabiliyet ilkesi" Müslüman ülkelerin de kitle imha silahlarına sahip olma hakkını engellemiyor.

İsrail Örneği: Çifte Standartın En Net Göstergesi

Batı'nın İsrail'e yönelik tutumu, bu algıyı daha da güçlendiriyor. İsrail, Batı'nın desteğiyle güçlü bir nükleer cephaneliğe sahip olmasına rağmen, bölgede başka hiçbir ülkeye benzer bir şans tanınmıyor. İsrail'in nükleer altyapısının kurulmasında Fransa, ABD, İngiltere, Almanya ve Belçika gibi ülkeler aktif rol oynadı. Örneğin, Fransa Dimona nükleer reaktörünü inşa ederken, ABD gelişmiş savaş uçakları, zenginleştirilmiş uranyum ve nükleer simülasyon sistemleri sağladı. Almanya, nükleer başlık taşıma kapasitesine sahip denizaltılar verirken, Belçika ise uranyum hammaddesi temin etti.

Buna rağmen İsrail'deki radikal sağcı gruplar, savaş ve barış kararlarını büyük ölçüde etkileyebiliyor. 2023 yılında İsrail Miras Bakanı, Gazze'ye nükleer bomba atmanın bir seçenek olduğunu açıkça dile getirdi. Ancak Batı ülkeleri, İsrail'in nükleer gücüne koşulsuz destek vermeyi sürdürdü.

Sultan, Çin, Kuzey Kore ve Rusya gibi demokratik olmayan ülkelerin de nükleer silaha sahip olduğunu hatırlatarak, sadece yönetim biçimine bağlanan "güvenlik" gerekçelerinin inandırıcı olmadığını vurguluyor. Pakistan'ın kısa sürede nükleer silah geliştirmesi ise Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından oluşan jeopolitik kaosa bağlanıyor. Pakistan'ın coğrafi uzaklığı ve Batı hava gücünün sınırlı etkisi, askeri müdahaleyi engelleyen başlıca nedenler olarak gösteriliyor.

Batı Söylemindeki "Dini" Vurgular

Batı, Orta Doğu'nun nükleerleşmesini "bölge güvenliği" açısından tehdit olarak görüyor. Johns Hopkins Üniversitesi'nden Prof. Daniel Serwer, İran'ın nükleer silah elde etmesinin, diğer ülkeleri de tetikleyeceğini ve bölgedeki başkentlerin sadece birkaç dakikalık füze mesafesinde olması nedeniyle büyük bir tehlike yaratacağını ifade ediyor. Buna karşın, Batı'da resmi siyasi söylemlerde bile "Yahudi-Hristiyan mirası" vurgusu hâlâ sıkça kullanılıyor. Avrupa Halk Partisi, Avrupa'nın "Yahudi-Hristiyan kültürüne" sahip olduğunu ve bu kimliğin korunması gerektiğini savunuyor. Flaman bölgesi Başbakanı Jan Jambon ise Avrupa kimliğinin temel taşları olarak "Yahudi-Hristiyan mirası, Yunan demokrasisi ve Roma hukuku"nu gösteriyor. Bu yaklaşım, Arap ve Müslüman kamuoyunda, Batı'nın İslam dünyasına karşı bilinçli bir dışlama politikası yürüttüğü algısını güçlendiriyor.

Sonuç olarak, Batı'nın nükleer enerji ve silahlar konusundaki yaklaşımı sadece güvenlik endişeleriyle açıklanamaz. Özellikle İsrail ve İran örneklerinde görüldüğü gibi, mesele aslında çok daha geniş bir "medeniyet çatışması"nın parçası. Batı, Müslüman ülkelerin nükleer enerji ve silah sahibi olmasını engellemeyi, kendi uygarlık üstünlüğünü koruma stratejisinin bir aracı olarak görüyor. Gerekirse ekonomik yaptırımlar, sabotajlar, hatta askeri müdahaleler bu amaç uğruna devreye sokuluyor. Nükleer silah konusundaki mücadele, sadece bir güvenlik veya teknoloji yarışı değil; aynı zamanda Batı'nın İslam dünyasını güçsüz bırakma ve bölgedeki hegemonyasını sürdürme politikasının önemli bir parçası.