Judith Butler'ın "Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten?" adlı eseri, günümüzde sıklıkla karşılaştığımız toplumsal cinsiyet tartışmalarına farklı bir boyut getiriyor. Butler, özellikle politikacılar tarafından körüklenen toplumsal cinsiyet korkusunun, aslında nasıl bir yıkım psikozu yaratma amacı taşıdığını derinlemesine inceliyor. Kitap, iktidar, şiddet ve eşitsizlik gibi kavramları ele alırken, toplumsal cinsiyetin politik manipülasyon aracı olarak nasıl kullanıldığına dikkat çekiyor.
Toplumsal Cinsiyet Tartışmalarının Kökenleri
Butler, toplumsal cinsiyet tartışmalarının kökeninde yatan temel nedenleri sorgularken, bu kavramın popülist ve muhafazakar iktidarlar tarafından nasıl hedef alındığını açıklıyor. "Cinsiyetsizleştirme" ve "ailesizleştirme" gibi korkular yaratılarak, belirli bir kitlenin nasıl diri tutulmaya çalışıldığını örneklerle gösteriyor. Yazar, bu şeytanlaştırmanın politik, ideolojik, psikolojik ve sosyolojik zeminini analiz ederek, otoriter rejimlerin hakikatleri nasıl eğip büktüğünü gözler önüne seriyor.
- Toplumsal cinsiyetin muhafazakar çevrelerdeki algısı
- Korku siyasetinin toplumsal cinsiyet üzerinden üretilmesi
- İktidarların toplumsal cinsiyeti bir silah olarak kullanması
Butler'a göre, toplumsal cinsiyet fantazmasının yayılması, mevcut iktidarların halkı hizaya sokma, sansürü kabul ettirme ve korkuyu dışsallaştırma amacıyla kullandığı bir yöntemdir. İktidarlar, işçilerin gelecek ve aile yaşamlarına dair korkularını körükleyerek, toplumsal cinsiyetin bu kaygıların asıl nedeni olduğuna inandırmaya çalışıyor. Bu durum, otoriterliğe giden yolun taşlarını döşemekte ve toplumu ayrıştırarak düşmanlaştırmaktadır.
Ahlak Maskesi Altındaki Öfke
Toplumsal cinsiyet, bazı coğrafyalarda "ulusal güvenliğe" bazılarında ise "aile birliğine" tehdit olarak görülüyor. Muhafazakarlar ve sözde ahlakçı politikacılar, bu kavramı "cinsiyetsizleştirme" ve hatta bir "sömürgeleştirme aparatı" olarak nitelendiriyor. Bu durum, toplumsal cinsiyet ve savunucuları üzerinden bir korku siyaseti ve ideolojisi üretilerek çatışma ortamı yaratılmasına neden oluyor. Butler, bu korku fantazmasının daha da derinleştiğini ve iktidarlar tarafından bir silah haline getirildiğini vurguluyor.
Butler'ın dikkat çektiği bir diğer nokta ise, "doğal aile" yapısını savunanların söylem ve eylemlerinin korku fantazmasının bir parçası haline gelmesidir. Bu söylemler, "ahlak" şemsiyesi altında gizlenen öfkenin feministlerden LGBTİ+'lara kadar geniş bir kesime yöneltilmesine yol açıyor. Toplumun, kutsallaştırılan ailenin ve değerlerin örseleneceğine dair "endişeler" iştahla sıralanarak, bir çığ misali yıkım korkusu büyütülüyor.
Toplumsal Cinsiyet Karşıtlığının Ardındaki Arzu
Butler, toplumsal cinsiyet karşıtı ideolojinin ardında daha güçlü bir arzunun yattığını belirtiyor: Babanın baba olduğu, cinsiyetli kimliğin hiçbir zaman değişmediği, kadınların hane içinde "iffetli" konumlarına geri döndüğü ve beyazların ırk üstünlüğünü sürdürdüğü ataerkil bir düzeni geri getirme arzusu. Toplumsal cinsiyet karşıtı harekete katılmak, iklim yıkımı, savaşlar, polis şiddeti ve ekonomik güvencesizlik gibi kaygılara son verecek kolektif bir rüyanın, hatta bir psikozun parçası olmak anlamına geliyor.
"Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler, toplumsal cinsiyetleriyle uyumlu ve hetero sıradan insanların anne, baba, erkek, kadın olma statülerinin gasp edileceğine dair korkuları körüklüyor." - Judith Butler
Butler, toplumsal cinsiyet korkutmacasıyla yaratılmak istenen yıkım psikozunun, özellikle politikacılar tarafından nasıl kullanıldığını anlatırken, toplumsal cinsiyet teorisyenlerinin ve savunucularının birer suçlu gibi gösterilmesinin de bu kullanıma dahil olduğunu belirtiyor. Butler, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin özgürlüğü, karmaşayı ve karşılaşmaları ortadan kaldırmaya çalıştığını vurguluyor ve bu hareketlerin doğa zemininde inşa edilemeyeceğini, bedenin hem maddi hem de toplumsal boyutlarının birçok uygulama, söylem ve teknoloji yoluyla kurulduğunu hatırlatıyor.
Sonuç olarak, Judith Butler'ın "Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten?" adlı eseri, toplumsal cinsiyet tartışmalarının ardındaki politik ve ideolojik manipülasyonları deşifre ederek, okuyucuları daha bilinçli ve eleştirel bir bakış açısıyla düşünmeye teşvik ediyor. Kitap, toplumsal cinsiyetin sadece bir kavram olmadığını, aynı zamanda iktidar mücadelelerinin ve toplumsal dönüşümlerin önemli bir parçası olduğunu göstererek, daha adil ve özgür bir dünya için toplumsal cinsiyet muhaliflerinin söylemlerini çürütmenin ve eylemlerini teşhir etmenin yollarını aramaya çağırıyor.